Türk Tarihinde Ağustos ayının ayrı bir yeri ve önemi vardır. Yüzyıllar öncesi bu ayda çeşitli savaşlar yapılmış, zaferler kazanılmıştır. Oysa 30 Ağustos Zafer Bayramı hepsinden ayrı bir önemi vardır ve Türk’ün en büyük bayramıdır. Atatürk’ün 26 Ağustos’ta başlattığı 30 Ağustos zaferi sözcüğün tam anlamıyla Türklerin varoluşunun simgesidir. Bu büyük zaferin ardından yapılan Lozan antlaşması Türklerin tapu senedi olmuştur.
Büyük Taarruz olarak da isimlendirilen 30 Ağustos Zafer Bayramı Atatürk’ün Nutku’nda ayrıntılarıyla anlatılmış, ardından Cemal Süreyya, İlber Ortaylı, Sinan Meydan gibi gerçek tarihçi ve araştırmacı onlarca yazı ve kitap yazmışlardır. Nazım Hikmet de Kurtuluş Savaşı destanıyla bu zaferi ölümsüzleştirmiştir.
Bu savaşa yokluklar içerisinde nasıl hazırlanıldığı, hangi askeri taktiklerin öne çıkarıldığına ve zafere nasıl ulaşıldığına değinmek istemiyorum. İsteyenler gerçek tarihçi ve yazarlarımızın yazdıklarından öğrenirler, öğrenmek istemeyenlere ise söyleyecek sözüm yok.
Atatürk; “Milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda meselelerinde de birer namuskâr mütehassıs, faal birer âlim olmaları lazımdır” diyerek bu konuda son noktayı koymuştur.
Ne gariptir ki; toplumumuzda çevresine tarihçi olduğunu inandırmış biri çıkarak “Milli Mücadeleyi keşke Yunan kazansaydı” demişti.
Bence ona zavallı sözcüğü bile az kalır.
30 Ağustos Zafer Bayramı’nın bizlere neler kazandırdığını anlayabilmek için Osmanlı Tarihi’nin son yüzyıllarına bakmak gerekir.
Kanuni’nin son dönemlerinde Osmanlı’nın çöküş sürecinin başladığı, sanayi devrimi ile aydınlanmayı kaçırdığı ve son padişahın da İstanbul’da İngiliz subaylarının karşısında el pençe durduğu, onların emirlerini uyguladığı bilinmelidir.
30 Ağustos zaferi kazanılmamış, cumhuriyet kurulmamış olsaydı İstanbul İngilizler başta olmak üzere yabancıların şehriydi.
Anadolu’nun doğusu Rusların ve Ermenilerin eğemenliğindeydi. İzmir ve çevresi bir Yunan şehriydi.
Bursa ve diğer Marmara şehirlerinin hâkimi yabancılardı.
Anadolu’nun güneyi ve doğusu Fransızların, Egenin bir bölümü İtalyanlar’ındı.
Böyle olunca da Türkler Ankara çevresine sıkıştırılmış dar bir alanda yaşayacaklardı.
Bütün bunları bilebilmek için Sevr Antlaşması’nın hükümlerini okumak, öğrenmek gerekir. Ne gariptir ki; günümüzde Lozan’ın yerini ve ana maddelerini bilmeyenler gizli hükümlerden söz ederek, bilgiçlik taslıyorlar. Oysa Lozan’ın bütün hükümleri açıktır ve gizli hükümler diye bir şey yoktur. Bilimsel olarak açıklanmıştır.
Atatürk tarihi ve özellikle Osmanlıyı çok iyi incelemiş, geçmişte yapılan yanlışları özümsemişti. Osmanlının yenildiği, batının bir kısmıyla Balkanları yitirmesindeki yanlışların nereden kaynaklandığını öğrenmişti. Kısacası savaşların duygularla, hamasetle kazanılamayacağını aklın öne çıkarılmasının önemini biliyordu. Bu yüzden de 30 Ağustos zaferi kazanılmıştır. Kuşku yok ki; bu zaferin kazanılmasında İstanbul Hükümeti’nin yıkıcı karşı koymasına rağmen Anadolu insanın verdiği destekde unutulmamalıdır.
İnönü, Sakarya, Dumlupınar’dan sonra 26 Ağustos 1920’de başlayan Büyük Taarruz; işgal altındaki vatan topraklarını yabancı güçlerden kurtarmak üzere başlamış; Afyon, Eskişehir, Uşak, Aydın, Manisa, İzmir başta olmak üzere diğer şehirler peş peşe kurtarılmıştır.
Atatürk savaş gücünün yanında diplomasiye de önem vermişti. Sovyetler ile 16 Mart 1921'de dostluk anlaşması yapılmış, onlardan silah, cephane ve maddi yardımlar alınmıştır. Ayrıca 13 Ekim 1921'de Sovyetler Birliği, Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile Kars Antlaşmasını yaparak ülkenin doğusu güvence altına alınmıştır. Bununla da yetinmeyerek 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması ile Fransızların güney topraklarımızdan çekilmelerini sağlamıştır. Bütün bunlar göz önüne alındığında; 30 Ağustos’a yalnızca askeri yönden değil, diplomasi yönünden de büyük bir zafer olarak bakılmalıdır. Ayrıca dünyaya barıştan yana mesajlar verilmiştir.
Milli Mücadelenin 30 Ağustosun ve Cumhuriyetin değerini bilmeliyiz. Bu zafer kolay kazanılmadı...