Son yıllarda aile içi şiddet vakalarındaki artış, toplumun tüm kesimlerinde endişe yaratıyor. Ancak bu şiddet türü, yalnızca fiziksel değil; psikolojik, ekonomik ve cinsel boyutlarıyla da derinleşiyor. Uzmanlar, şiddeti yalnızca “anlık öfke” ile açıklamanın yeterli olmadığını vurguluyor. Asıl sorun, toplumun genlerine işlemiş ataerkil değerler, öğrenilmiş çaresizlik ve yetersiz eğitim politikalarıyla besleniyor.
Kadına değil, zihniyete şiddet uygulanmalı
Psikolog Dr. Ayşe K., “Şiddet çoğu zaman bireysel bir patoloji değil, kültürel bir mirasın ürünü. Erkek çocuklarına 'erkek ağlamaz', 'evin reisidir' gibi kalıplarla büyütülen bireyler, ilişkilerinde güç kurma ihtiyacını şiddetle ifade edebiliyor,” diyor.
Ekonomik bağımlılık, sessizliği büyütüyor
Kadınların ekonomik özgürlüğe sahip olmaması, şiddetin sürekliliğini sağlıyor. İşsiz veya düşük gelirli kadınlar, çocuklarının geleceği için şiddete sessiz kalmak zorunda hissediyor. Bu durum, faillerin cesaretini, mağdurların ise korkularını pekiştiriyor.
“Benim başıma gelmez” yanılgısı
Aile içi şiddetin sadece düşük sosyoekonomik çevrelerde yaşandığı düşüncesi, toplumda farkındalığın önündeki en büyük engel. Oysa şiddet; eğitimli, şehirli, hatta profesyonel kariyere sahip bireylerin evlerinde de kendine yer bulabiliyor.
Çözüm, toplumsal dönüşümde
Uzmanlara göre çözüm; yalnızca cezai yaptırımlar değil, aynı zamanda eğitim sisteminin, toplumsal cinsiyet rollerinin ve medya dilinin dönüşümünden geçiyor. Erkek çocuklara duygularını ifade etmeyi öğretmek, kadınları ekonomik olarak güçlendirmek ve sağlıklı iletişim modellerini teşvik etmek, şiddetin önlenmesinde hayati rol oynuyor.
Bir tokat, bir nesli etkileyebilir
Her şiddet davranışı, yalnızca bir bireyi değil; onu izleyen çocukları, onunla büyüyen yeni nesilleri de etkiliyor. Bu yüzden aile içi şiddetle mücadele, bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk.
Unutmayın, şiddet gizlendikçe büyür. Sessizlik, şiddetin en güçlü müttefikidir.