Okul koridorlarında ürkek, sessizce yürüyen çocuklar... Arkalarından gelen kahkahalar, fısıldaşmalar ve alaycı bakışlar. Belki birisiyle çantasının fermuarı açık kaldı diye dalga geçiliyor, bir diğeri ile kilosu yüzünden alay ediliyor ya da konuşma tarzı hedefte. Belki de sadece "farklı" olduğu için...
Bunlar sıradan sahneler gibi görünse de, her gün binlerce okulda ya da sosyal ortamda yaşanıyor ve çocuk ruhlarda derin yaralar açıyor. Adı akran zorbalığı.
Akran zorbalığı, çocukların ve gençlerin en savunmasız olduğu dönemlerde yaşadığı, görünmez ama derin izler bırakan bir şiddet biçimi. Kimi zaman bir itme, kimi zaman bir lakap, kimi zaman sosyal medyada atılan küçük düşürücü bir mesajla başlıyor. Ve ne yazık ki, çoğu zaman yetişkinlerin gözünden kaçıyor.
Toplum olarak çoğu zaman “Çocuklar arasında olur öyle şeyler” diyerek geçiştirdiğimiz bu durum, aslında çok daha ciddiye alınması gereken bir sorun. Zira bu tür zorbalıklar, mağdurların özgüvenini yerle bir ediyor, sosyal ilişkilerini zedeliyor ve hatta bazı durumlarda depresyon, anksiyete ve intihar gibi ciddi sonuçlara yol açıyor.
Akran zorbalığı, yalnızca bir okul problemi değil; çocuk haklarının, psikolojinin, sağlığın ve hatta adalet sistemimizin test edildiği derin bir toplumsal meseledir. Oysa bugün Türkiye'de bu konuda doğrudan uygulanabilir, özel bir yasa dahi bulunmuyor.
Hukuken Nerede Duruyoruz?
Türk Ceza Kanunu, çocuklar arasındaki zorbalığın bazı yönlerine temas ediyor: hakaret, tehdit, kasten yaralama, bilişim yoluyla işlenen suçlar... Ancak bunlar genellikle yetişkin davranışları için tyapılmış düzenlemeler. Zorbalığın failleri çocuk olduğunda sistem duraksıyor. Çocukların hem fail hem de mağdur olarak yer aldığı bu karmaşık ilişkiler yumağında, ceza sistem tek başına yeterli olmuyor. Daha önemlisi, caydırıcı da olamıyor.
Çocuğun Yükünü Devlet Hafifletmeli
Anayasa’nın 41. maddesi, devletin çocukları her türlü istismardan koruma görevini açıkça tanımlar. Ancak bu yükümlülük, yalnızca fiziksel şiddeti değil, psikolojik şiddeti de kapsar. Dijital mecralarda yapılan alaylar, küçük düşürmeler, grup dışına itmeler... Bunların tümü çocuğun gelişim hakkına yönelmiş tehditlerdir.
Bugün çocuklar yalnızca okul koridorlarında değil, WhatsApp gruplarında ve sosyal medya uygulamalarında zorbalığa uğruyor. Bu dijital şiddet, okul duvarlarını aşıyor; çocukları evlerinde bile huzursuz bırakıyor. Peki hukuk burada nasıl bir pozisyon alıyor? Maalesef oldukça reaktif ve yetersiz.
Ne Yapılmalı?
“Akran Zorbalığıyla Mücadele Yasası” adı altında, çocukları hem fail hem mağdur olarak koruyabilecek bir hukuki zemin oluşturulmalı. Bu yasa;
- Akran zorbalığını tanımlamalı,
- Okullarda zorbalık ihbar sistemleri kurmalı,
- Rehberlik hizmetlerini güçlendirmeli,
- Dijital zorbalığa karşı Milli Eğitim Bakanlığı ve Bilgi Teknolojileri Ve İletişim Kurumu iş birliği sağlanmalı,
- Çocuk faillere yönelik rehabilite edici yöntemler geliştirilmeli,
- Ailelere ve öğretmenlere eğitim desteği sunmalı.
Unutmayalım, zorbalıkla mücadele sadece “cezalandırma” ile değil, “önleme ve iyileştirme” ile mümkündür. Bu da ancak özel bir yasa ile kurumsallaşabilir.
Bugün bir çocuğun zorbalık karşısında yalnız kaldığı her an, aslında bizim toplumsal sözleşmemizin zedelendiği andır. Sessiz kalmak, onaylamaktır. Görmezden gelmek, suça ortak olmaktır.