Birkaç gün önce Migros’a uğradım, fiyatlara bakıyordum. Anne kurabiyesi kilogramı 600 TL; bu işte bir yanlışlık olmalı derken, kasap reyonunda dana kuşbaşı 440 TL. Bu nasıl bir saçmalık? İnsanları resmen keriz yerine koyuyorlar. Unlu mamul 600 TL, dana eti 440 TL. Kör, kimi tutarsa onunla ilişki yaşıyor...
Bir kilogram turşu 200 TL. Kardeşim; lahana, hıyar, havuç, domates 15-20 TL. Ne oluyor da turşu 200 TL, yani on katı fırlıyor? Sebze tuzlu suya girince fiyatlar kuduruyor; keramet tuzlu sudan mı acaba? İlgiliye sorsak, "Kira, vergi, işçi maliyeti" gibi bahanelerle 20 TL’lik ürünü 200 TL’ye nasıl çıkardıklarını anlatacaklar. Yine öpecekler bizi.
Acaba üretici ve esnafımız ekonomik kaos ortamında destek veya köstek olma konusunda bir kez daha düşünse...
BAŞ TACIMIZ GAZİLER
Türk milleti; bayrak, toprak, vatan için yirmili yaşlarda kolunu, ayağını, gözünü kaybedip "Yine giderim, vatan için canım feda" diyen kahramanlarımız... Bugün
lerde geçinemiyoruz diye feryat edip, Milli Savunma Bakanlığı'na gidip dertlerini anlatmak istemişler. Dinleyen yok. Çare arayan yok. Gaziler sokakta saatlerce bekletilmiş...
Bizim yöneticilerimiz ne zaman bu kadar vicdansız ve duyarsız oldu? Bu insanlar, “Gazi” canını vermeyi göze alan kişiler. Üç kuruşu çok gören yöneticilere Allah’a havale ediyorum. Suriyelilere, Somalilere... Para var, kaynak var; gazilere yok öyle mi?
ÜLKÜCÜLÜK BU MU, SONUNDA BU DA OLDU?
Ortada fol yok yumurta yok; Devlet Bahçeli, mecliste Dem Parti vekilleriyle tokalaşıp, normalleşme yolunda kendine göre dev bir adım attı... Vaktiyle eline yağlı urgan alıp, meclis çatısı altında urganı fırlatmıştı. Büyük lokmalar yenir ama büyük atılmaz.
Ben Türk bayrağı altında yaşayan T.C. vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum. Devlet Bahçeli'nin yaptığı normalleşme hareketinden sonra, sözün bittiği yerde olduğumuzu düşünüyorum. Kendi adıma, küçük menfaatler için vatan, millet, bayrak gibi kutsal değerleri savunan büyük bir partinin liderine bu hiç yakışmadı.
HAN VE YOLCU
Günlerden bir gün, zamanın ünlü bir bilgesi hükümdarın sarayının kapısına geldi. Muhafızlar, saygılarından dolayı onu durdurmadı. Bilge, sonunda hükümdarın tahtında oturduğu odaya girdi. Ziyaretçisini hemen tanıyan kral, saygıyla ayağa kalkıp sordu:
“Ne istiyorsun? Sana nasıl yardım edebilirim?”
“Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum,” cevabını verdi bilge.
“Ama burası han değil ki,” dedi kral hafif kızgınlıkla, “benim sarayım.”
“Sorabilir miyim: Senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?”
“Babam. O öldü ama.”
“Ondan önce kim yaşıyordu?”
“Büyükbabam. O da öldü.”
“O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği bir yer demek ki.
Neden ona han demeyeyim?”
Saygılarımla...