Yeni Bir Tiyatro Sahnesi Kuruldu
Öküzün altında buzağı yavrusu bulundu, dağ ise fare doğurdu.
İsrail'in nüfusu 9.000.000, yüzölçümü 26.000 km².
İran'ın yüzölçümü 1.600.000 km², nüfusu ise 95.000.000.
İsrail’in çevresinde 20’den fazla Müslüman ülke var.
Hani deriz ya, "Tükürsek boğarız!"
Peki, kime güvenip bu savaşın içine gireceksin?
Bence kimseye güvenme, ortada kalırsın.
Dışardan bakınca İsrail'e ders vermek 10 dakika sürer gibi görünür ama sadece dışardan bakınca…
Müslüman ülkeler söz konusu olunca durup düşünmek gerekir.
Aslan sürüye dalar; en zayıf, en savunmasız olanı yakalar ve sürüdeki diğer hayvanlar, o hayvanın canlı canlı yenmesini seyreder.
İşte biz de tam bu noktadayız.
Önce İsrail, şimdi İran...
Tek fark var: Ortada aslan yok, çakal var.
Yeni nesil Müslüman ülkeler, "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" sloganını çok sevmişler.
Bu tiyatronun sonunda, on milyon İranlının Türkiye’ye sığınması söz konusu olursa hiç şaşırmayın.
Yarısı çöl olan, mazisi yüz yılı bile bulmayan İsrail, bin yıllık Türk milletine tohum satıyor.
Acı gerçekler bitmiyor.
"Tahıl ambarıyız" diye övünürdük, şimdi "gavur", "Yahudi" dediğimiz İsrail’den buğday alıyoruz.
Hani yere düşürdüğümüzde üç defa öpüp alnımıza koyduğumuz o ekmeklik buğday var ya...
İşte onu Yahudi’den alıyoruz.
Bu kafayla gidersek, askere bile "tezkere" veremeyiz.
İsrail, yirmi Müslüman ülkenin ortasında Filistin’de, Gazze’de zulüm ediyor diye kıyamet kopuyor.
Nerede hocam, nerede bu Müslüman ülkeler?
Hani derler ya, "Kendine Müslüman!"
Biz bile akıllanmadık, Araplardan yediğimiz kazıklardan.
İşte o anda karşımıza gerçekler çıkıyor:
Türk'ün Türk’ten başka dostu yoktur.
Bizde Son Durum
Her şey mecliste koltuk işgal eden, ülke için bir şeyler yapıyormuş gibi görünüp sadece maaşlarına zam dışında her konuda kavga eden, hakaret eden, çocuklara kötü örnek olan palavracıların marifetidir.
Bunu parti ayrımı yapmadan, hepsi için söylüyorum.
Birisi ülkeye zarar veriyorsa, diğeri atıp tutuyor, çanak tutuyor.
Şöyle bir düşünelim:
Son yıllarda çiftçimiz, tarlada bir liraya bile ürününü satamaz hale geldi.
Üç beş şerefsizin milyonluk vergi borcu bir gecede silinirken; işçinin, esnafın, memurun üç kuruşluk borcundan dolayı evine, işyerine haciz geliyor.
Elektriği, suyu kesiliyor.
Bir de nereden çıktığı belli olmayan "leşçi takımı" türedi:
Ölüden öd bekleyen varlık şirketleri...
Kimdir bunlar?
Alacaklının alacağını satın alan kibar mafyalar.
Küfür etsen de bir saat sonra tekrar arıyorlar:
"O zaman şöyle ödeyebilirsiniz" diye yeni seçenekler sunuyorlar.
Eskiden "Andımız" vardı.
Kurum tabelalarında "T.C." vardı.
Şimdi onları arasan da bulamazsın.
Silah fabrikalarımız, şeker fabrikalarımız vardı.
Şimdi şeker yerine zehir karıştırılan ürünler piyasada.
Derelerimiz, ormanlarımız vardı.
Köyümüzü düşünürdük.
Hadi git bakalım köyüne, ne kalmış?
Yapılan HES (Hidroelektrik Santrali) denilen, zehir saçan santrallerden sonra üç beş firma zengin olsun diye köylüleri kanser etmeyi göze alanlar türedi.
Lösemi, SMA hastası çocuklarımıza çare olamayan, onlara ilaç ve tedavi desteği sağlayamayan hükümet; milyonlarca vatan haini Suriyeliye kasasını ve kucağını açtı.
Bir lira olan dolar on sekiz lira oldu.
Sekiz milyon nüfuslu Bulgaristan’ın para birimi 22 lira.
Hiç özlemediğimiz kuyruklar geri döndü.
Hiç geçmediğiniz, nerede olduğunu bilmediğiniz köprüye para ödemem dersiniz değil mi?
Hadi Türkiye’de yaşa, ödeme de görelim!
Denizi görmeden denizin altındaki tünele bile para ödersin.
Bu da yetmez, dünyaya gelmemiş çocukların, hatta torunların bile öder.
Burası Türkiye...
Saygılarımla.