Bugun...


ERDEM YÜCEL

facebook-paylas
HIRSIZ BEY OĞLUM!
Tarih: 16-06-2023 11:17:00 Güncelleme: 16-06-2023 11:17:00


İstanbul, yarım yüz yılı aşkın süre içerisinde her yönüyle büyük bir değişim yaşadığını bilmeyenimiz yoktur. Çağdaşlaşma,  modernleşme adına şehrin mistik semtleri özelliklerini yitirirken, yapılarıyla birlikte yaşamı, dilide değişti. Geçen yüzyılın başlarındaki Anadolu göçüne Araplar, Afganlar ve Afrikalılar’da eklenince şehrin sosyal dengesi, alışkanlıkları; kısacası yaşamı da değişti.  Bu değişim her geçen gün ivme kazanınca gerçek İstanbullular yıllardır şehirlerinden göç ederek yerlerini yeni vatandaşlara (!) bırakmak zorunda kaldılar ve kaldırılıyorlar.  Bu değişimin sonucu tarihi, sivil mimari örneklerini de çıkar uğruna ortadan kaldırıldı. Bir zamanların yapı şaheserleri olan konakların, köşklerin ve ahşap evlerin yerlerinde blok apartmanlar yükseltildi. Yeşilköy, Bakırköy başta olmak üzere Kadıköy ve çevresinin de tarihi sivil mimari örnekleri acımasızca yıkıldı. Zaman içinde Kadıköy yakasındaki Kızıltoprak, Suadiye, Göztepe, Bostancı bu yok oluştan kendine düşen payı aldı. Sözün kısası; bu duruma tam bir mimari yozlaşma denilebilir.

 

Benim çocukluk yıllarımda Kızıltoprak’ta annemin teyzekızının köşküne giderdik. Ağaçlık, geniş bir bahçe içerisinde iki katlı bir köşktü. Hatırladığım kadarı ile bahçesinde oynamaktan hoşlanır, havuzunun içerisindeki balıkları seyrederdim.  

 

Güzel günlerdi…

 

Şimdilerde o köşkün ve çevresindeki diğer köşklerin ve evlerin yerlerinde yeller esiyor. Şimdi gitmiş olsam; hepsi birbirinin eşi apartman bloklarından başka bir şey göremem.

 

O köşkte Dersim Harekâtı’na katılmış Dr. Albay’ın eşi olan annemin akrabası Meliha Hanım yaşıyordu. Geçmişe daldığımda kendisinin hayali gözlerimin önüne geliyor. Konuşmasıyla, davranışlarıyla tam bir İstanbul hanımefendisiydi. Aynı zamanda şimdilerde kaybettiğimiz eski İstanbul lehçesiyle konuşuyordu.  

 

Yeri gelmişken anlatacağım olay tam bir fıkraydı ve aynen yaşanmıştı. Bir gün Kuzguncuk’taki bizim köşkümüze alı al moru mor gelmiş, ben ne yaptım, şimdi polis beni yakalar mı diye yakınmaya başlamıştı.

 

Bizimkiler, hayrola ne oldu diye sorunca anlatmıştı:

Biliyorsunuz benim yatak odam alt katta. Dün gece üst katta bir tıkırtı duydum. Evde yalnızdım, korktum! Yukarıda hırsız olduğunu anladım ve olanca gücümle seslendim:

-Hırsız Bey Oğlum. Orada olduğunu anladım. Bak ben üç aylıkla geçinen emekli bir dulum. Bende para falan yok. Senin almak istediklerin şeyler bizde yok. Bakma köşkte yaşadığıma burası bana ailemden miras kaldı.

Bunları söyledikten sonra üst kattaki tıkırtı bir anda kesilmiş. Anlaşılan Meliha Hanım’ın Hırsız Bey Oğlu (!)  dinlemeye geçmiş…   

Meliha Hanım Hırsız Bey Oğluna bir de ipucu vermekten kendini alamamış:

-Aşağı sokakta kasabın evi var. Karısının kolları dirseğine kadar bileziklerle dolu ona git. Bende bir şey yok.

Bununla da yetinmeyerek Hırsız Bey Oğluna kasabın adresini de tam olarak söylemiş.

 

Anlaşılan o günlerin İstanbulluları hırsıza hırsız demiyor, hırsız bey oğlu diyormuş. Bu da ayrı bir kültür mü, yoksa görgü mü bilemiyorum.

Birkaç gün sonra et almak üzere kasaba gitmiş; bakmış ki kasabın keyfi yok, üzerinde sıkıntılı bir hal var. Merak edip sormuş neyin var diye.

Kasap içini boşaltmış. Sormayın geçen gece bizim eve hırsız girdi. Bizim hanımın bütün altınlarını alıp, götürdü. Şimdi ben üzülmeyeyim de kim üzülsün.

 

Bizim Meliha Hanım korkmuş ve bizimkilere olanları anlattıktan sonra başlamış üzüntüsünü dile getirmeye: 

-Ya şimdi hırsızı yakalarlarsa ve o da kasabın adresini benim verdiğimi söylerse, polis beni işbirlikçi diye suçlarsa, ben ne yapacağım!

Bu olaydan sonra Meliha Hanım bizde polisten kaçarak birkaç gün kaldı.  Hırsızın yakalanmadığına da çok sevinmişti.

 

Eski istanbul’da bunun gibi daha nice eski mizah hikâyeleri vardır.  Onlardan gerçek olan birini hatırlayınca sizlerle paylaştım. Eskiler ne kadar da güzel söylemişler: “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.”

 



Bu yazı 1206 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI