Ramiz Aydın’ı kaybettik. En büyük kederi ölecek olduğunu biliyor olmak olan insanın baki olma gayretini resim sanatıyla ifade eden bir büyük ustaydı. Bütün sanatçılar gibi ölümü yenmek için yarattı. Ölüm, statü gözetmeksizin tüm sınıflardan insanı eşitleyen bir olguydu ve öyle oldu. Ramiz Aydın da ölümle olan randevusuna sadık kalarak onlarca duvarda olumladığı varoluşunu, türünün üyeleri olan bizlere miras bırakıp gitti.
İnsanız, türümüz devam etmeli. Dolayısıyla insanlığın kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmekten en aciz üyeleri bile genetik kodlarına işlenmiş olan yaşamakta baki kalma arzusunu, sonraki kuşaklara çocuk dünyaya getirerek aktarıyor. Sanatçının gücü tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Sanatçı, ölümünden sonraki varoluşunu devam ettirmek üzere kendi soyunun devamını bir üyeden ziyade türünün tüm üyelerinin dimağında anlam bulacak eserler yoluyla var olmaya devam ediyor.
Duygu durumunu onlarca eseriyle tahlil ettiğim Ramiz Aydın ile alakadar olmamı sağlayan ilk resim bir muayenehane odası duvarında asılıydı. Ramiz Aydın ile tanışma arzumu körükleyen o resimdeki duyusal çağrışım,
ilk anki etkisiyle halen dimağımda mevcut. Ne zaman evime girme girişimiyle kapı eşiğine ilk adımımı atsam başımı kaldırmamla küçük holümün duvarında o ilk anki duyguyla merhabalaşırım.
Sanat bu işte! Onu tanıdıkça ne kadar az konuşup çok dinleyerek bilgeliğe ulaştığına şahit oldum. Anlatmak, anlaşılmak için sözün ötesinde bir dildi resimleri. Duymak için bakmanın ve kalbin ortaklığı yeterliydi. Eserlerinde şunu öğrendim: iletişim sadece canlı varlıklarla olmuyor... Soyut dünyanın da bir frekansı, sesi, aktarımı var.
Ramiz Aydın’ın varlığı cismi dünyadan çekilse de dekorunu onun bir tablosuyla tamamlayan bir mimarın seçkisinde, bir galeri duvarında, bir sanat kitabının bilmem kaçıncı sayfasındaki eseriyle var kalmaya devam edecek. O içindeki ırmağı sonsuza dek özgür bıraktı. Bizim de o coşkun ırmaktan parıltılar kaldı üzerimizde.