Sanatın kendini hatırlatmak gibi iyi bir huyu vardır. Dünyanın zaman içinde sunduğu ne varsa tümünü kucaklamak ancak bu kavramla mümkündür. Bugün asırlar önce ölmüş bir sanatçıya seslensem, eserleri yankı olarak dönecekmiş gibi gelir. Yapıtlarının karşına geçsem koy kitap sayfaları gibi açılacakmış hissi duyarım.
Benim hayatımda da kendini hatırlatan sanat hadiseleri olmuştur. Henüz çocukken bizim dönemin sınırlı dünyasında koleksiyon çeşitliliği azdı. Ben de pul koleksiyonu furyasından nasibini almış bir çocuk olarak pullar biriktirmiştim. Bir keresinde değişik bir pul geçmişti elime. Enteresan yaratıkların resmedilmiş olduğu sanki başka bir dünyayı olumlayan. Sonra o pulları arayıp bulmak bir tutku halini aldı bende. Koleksiyon yapanlar bilir. Bazı parçalarla aramızda bir bağ kurulur.
Yıllar sonra bir sahafta kitap olarak tekrar karşıma çıktılar. Artık onlar hakkında biraz daha fazla bilgiye sahiptim.
Bir zaman sonra içimde bir yerlerde hep yeşeren o özel sanat minyatürle tanıştım. Bu sanatın zarafeti celbetmişti beni. Resme olan tutkum minyatürle birlikte başka bir boyut kazanmıştı. Sanki dünyaya bir büyüteçle bakmaya başlamıştım. Bu sanatı öğrenmeye başladığımda nasıl bir ruh terbiyesine giriyor olduğumun farkında bile değildim.
Önce yapacağınız resmin niyetine girersiniz sonra o serüveni planlarsınız. Bu süreç öyle pişmemiş saatlerin hoyratlığında olup bitmez.
Bir eser ortaya koymak adeta bir serüvene atılmak gibidir. Neyi tasvirleyecek, yaratacak vesaire kafanızda kurgularken alelade kağıtlar, boyalardan bahsademezsiniz. Figürlerinizin yaşam bulacağı mekanı (kağıtları) özenle boyar, aharlarsınız. Doğal fırçalar (kedi ya da sincap kılı) , taş suluboyalar, altınlar kullanırsınız. Fırçadaki boyanın fazlasını dilinizle inceltip fırçayı temizlemek içinse elinizin üst derisini kullanırsınız ( sanırım yaptığımız işlere DNA bulaşır.) Doğal taşlı (genelde akik) mühreler kullanılır. Renkleri canlandırmak, kullanılan altını parlatmak için. Doğal olmayanın ötesinde diyebiliriz tüm bu olup bitene.
Bu ritüeller tamamlanıp eserler ortaya çıkarken farkına varmadan saatler akıp gitmiş olur. (Yedi saati gördüğüm zamanlarım oldu). Günümüzde her şeyin hızla akıp gittiği bir çağda tüm uyaranlara rağmen saatlerce madde boyutundan koptuğunuza inanmak güç değil mi?
Dünyadaki nefesimiz gerçekten sayılıysa eğer bu sanat bir nevi ömür uzatıyor diyebiliriz. Çünkü bu kopuşta nefesimiz yavaşlar, nabzımız düşer, başka bir zamanı deneyimleriz.
Bu sanat ile beraber hayatımda üçüncü defa pullarını biriktirdiğim bu canlılarla karşılaştım. O zaman fark ettim ki eğer asırlar önce ölmüş bir sanatçıya seslenecek olsaydım bu kişi Mehmet Siyahkalem (Zamanı belli olmayan bir dönemden günümüze minyatür eserleriyle gelmiş demonların, dervişlerin Budistlerin, Şamanist efendilerin yaratıcısı benim ise masal anlatıcım) olacaktır. Hayatımın farklı evrelerinde hep hatırlattı kendini bana.
Zamanı belli olmayan bir dönemden günümüze minyatür eserleriyle gelmiş demonların, dervişlerin Budistlerin, Şamanist efendilerin yaratıcısı benim ise masal anlatıcım.
Ve ben şimdi çocukluğumda pullarını biriktirdiğim bu varlıkları çiziyorum. Bir nevi çocukluğuma göderdiğim bir selam misali. Aynı zamanda yaşayan en iyi ustalardan birinin resmettiği demon eseri de evimde benimle beraber yaşamakta.
Günümüzde halen niş bir alanda var olan minyatür sanatı daha çok bilinmeyi ve görülmeyi hak ediyor. O sizi bulmadan siz onu arayın.