Bugun...


AV. ARB. ÖZCAN BAKIRCI

facebook-paylas
GELSİN O ZAMAN KARA KAPLI KİTAP
Tarih: 06-01-2024 08:56:00 Güncelleme: 06-01-2024 08:56:00


Değerli Okurlar, pek çoğumuz tarafından sıkça kullanılan fakat anlamı üzerinde fazla düşünmediğimiz “geç gelen adalet, adalet değildir” sözü aslında hukuk sistemlerinin sahip olması gereken en önemli özelliklerden olan “makul sürede yargılanma ilkesine” atıfta bulunur. Bu ilke doğrultusunda;

 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konsey’ine üye devletlerdeki yargı süreçlerini makul bir sürede yapmalarına dair yükümlülükler getirmiş; bu sayede yargılama süreçlerini kısaltarak bireylerin korunması amaçlanmıştır.

 

Adil yargılanma hakkının en önemli unsurlarından biri olan “makul sürede yargılanma hakkı”, adaletin ve adalete duyulan güvenin kaybolmaması için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde açıkça düzenlenmiştir. Türk Hukuku’nda  ise 1982 Anayasasının 36. maddesi ve devamındaki 37,38,140,141,142. maddelerinde adil yargılanma hakkı ve makul süre kavramı düzenlenmiştir. Yine Ceza Muhakemeleri Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanununda da konuya ilişkin ilgili yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.

 

Sevgili Okurlar,  gecikmiş bir karar,  taraflara hakkını teslim etse dahi adalete hizmet etmiş sayılmaz. Çünkü yargılama sürecinin uzaması kişilerde, “acaba hakkıma kavuşamayacağım mı?” endişesine yol açar. Ayrıca kararın gecikmesi “yapanın yanına kar kalıyor” algısının topluma yayılmasına sebep olur. İşte bu nedenle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmemesi çok önemlidir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken esas nokta; hızlandırılmış yargı değil, adaletin tecelli etmesi ve adalet terazisinin doğru tartmasını sağlayacak makul sürede soruşturmaların ve yargılamaların tamamlanmasıdır. Çünkü adil olmayan ancak hızlı verilmiş bir kararın da adalete katkısı olmayacaktır.  Asıl olan yargı mercilerinin en makul sürede adil bir karara ulaşmasıdır.

 

Ne var ki, günümüz Türkiye’sinde mahkeme yahut dava denildiğinde, insanların aklında canlanan ilk şey uzun yıllar arşınlanan adliye koridorları ve meşakkatli sürecin sonucunda ortaya çıkan,  kimseyi memnun etmeyen yargı kararlardır.

 

Diğer önemli bir husus ise, uzun yargılama sürelerinin tarafların elinde bir silaha dönüşmüş olmasıdır. Gerek avukatlık, mesleğini icra ederken gerekse arabuluculuk yaptığımız uyuşmazlıklarda defalarca şahit olduğumuz üzere bir taraf açıkça haksız olsa dahi karşı tarafa karşı yükümlülüğünü yerine getirmek istememektedir.  Özellikle konusu para ile ölçülebilen uyuşmazlıklarda haksız olan taraf bilmektedir ki, dava yıllarca sürecektir ve haksız çıksa dahi ödeyeceği para enflasyonun etkisiyle pula dönecektir.

 

Sözün özü dostlar,  yargımızın hali Nasreddin Hoca’nın fıkrasından pek de hallice değil.  Bizlere ise acı acı tebessüm etmek kalıyor.

“   Nasreddin Hocaya ilmine hürmeten yaşadığı yörede kadılık görevi de verilir. Hoca da kendi meşrebince başlar adalet dağıtmaya…

İşte o günlerden birinde köylünün birisi Hoca’nın makamına telaşla girer:

-Hoca efendi der, size bir şey soracağım.

-Buyur sor der Hoca. Köylü sözünü şöyle sürdürür:

-Geçen gün, komşuların size ait olduğunu söyledikleri bir inek, tarlada bizim ineğin karnına vurup öldürmüş. Şimdi ne yapmam gerek? Hoca, sakallarını sıvazlayıp bir an düşündükten sonra:

-Hayvan bu, demiş, dava edecek değilsin ya!

-Teşekkür ederim kadı efendi.

-Sahibinin de bu işte suçu yok; ne bilsin böyle olacağını? Köylünün yüzü aydınlanmış, tekrar söze başlamadan önce:

-Kusura bakma kadı efendi, demin ben bir yanlışlık yaptım, ölen inek benimki değil, seninki imiş. Hoca, telaşla yerinden doğrulup:

-Bak demiş, şimdi iş değişti. O halde verin raftaki kara kaplı kitabı da hele bir bakalım…”




Bu yazı 1156 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI