Hayvanlara ne olduysa, insanlara da olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının başına da gelir - Kızılderili Atasözü-
İki aydır asıl konuma dönemiyorum. Maslow Piramidi’nde ki yerimiz halen karın doyurma ve öldürüp yaşatmaktan ibaret. Maalesef bir üst seviyeye çıkamıyoruz. Sanata, dolayısıyla da insanın kendini gerçekleştirebilmesi adına daha çok yolumuz var gibi görünüyor.
Toplum vicdanını derinden etkileyen, en son kanunlaştırılan ‘sokak hayvanları katliamı’ bana göre çok boyutlu bir trajedi ve insan eliyle yaşam haklarına bir saldırıdır. Ben bu konuyu daha yazarken ülkede haber değeri eskidi bile. Her kötülük vücut buluyor, her koyun kendi bacağından asılıyor. Ta ki sıra insanın kendine gelene kadar. Üzülerek söylemeliyim ki ‘balık hafızalı’ deyimi yakın bir tarihte ‘insan hafızalı’ olarak değişecek.
Gelecekte bugünün insanı yarının çocuklarına şöyle masallar anlatacak;
Bir varmış ve artık hiç yokmuş. Çocukların özgürce dolaştığı kırlar, kışın yağan kar, baharda açan çiçekler varmış. Evler tek katlı ve o evlerin içinde ailelerin beraberce akşam yemeği yediği mutfaklar varmış. Henüz anneler ekmek kokar, komşunun bahçesinden erik çalmak hırsızlıktan sayılmazmış. Her evin kedisi, her sokağın köpekleri varmış. Gece yıldızlar görülür, zamanı güneşle ölçebilir, damla damla yaşadığı anı idrak edermiş insanoğlu. Görüşü sınırlanmayan, ufku gören insan, hayal kurabilirmiş o zamanlar. Hatta çok güzel besteler, doğadan ilham alan ressamlar, şairler varmış gezegenin başka başka yerlerinde. İnsanlar aşık olurmuş, sevgiyi de acıyı da hücrelerinde hissederlermiş. Heyecan diye bir şey varmış, ilginç. Komşu açken diğeri uyumayı ar bilirmiş. İnsan henüz kendinin hasmı değilmiş. Kitaplar varmış çokça, sevgililer birbirlerine kitap hediye edermiş. İçinde altı çizili cümleler, kurumuş çiçekler olurmuş. Her yıl kuşlar göç eder, insanlar onları sevgiyle karşılarmış (Yaren ile Osman amca diye bir efsane bile varmış). O zaman kuraklık diye bir şey yokmuş, su savaşları diye bir şey bilmezlermiş. Dereler akar, insanlar yağmurda ıslanırmış. Aile fotoğrafları varmış yaşanmışlığın şahitleri.
Bir gün ne olduysa olmuş. İyilik hızla eski bir resmin içinde hapsolup kaybolmuş. Yıldızlar sönmüş, ufuk çizgisi kaybolmuş. Bahçeli evler bir gecenin sabahında yerlerini tozla toprağa bırakmış. Gökdelen denen devasa korkunç betonlar dikilip insanlar onların çekmecesinde yaşamaya başlamış ve hayal kuramaz olmuş. Ağaçlar, çığlıklarına aldırış edilmeden bir bir kesilmiş. Hatta ormanlar yakılmış içindeki milyonlarca canlıyla beraber. Telgraf telleri bile kalmamış kuşların konacağı, yersiz yurtsuz sürgün olmuşlar. Sevgililerin elinden kitaplar çekilip alınmış, dünyanın altına kurulan ateşe atılmışlar. Yerine ne mi vermişler? Küçük küçük ekranlar, galiba büyü gibi bir şey yapmışlar bu ekranlara. Bakan artık ondan gayri bir şey göremez olmuş. Kötülük siyah pelerinini giyip ortalıkta rahatça dolaşmaya başlayınca müritleri de çok olmuş. İnsan bir kez daha dünyanın başına gelmiş bir bela olup çıkmış.
Halen sokaklarda yaşam savaşı veren hayvanlara gelmiş sıra! Oysa insanın doğayla arasındaki son kalan bağmış bu hayvanlar. Kötülük, büyüdükçe artık saklanmaya gerek duymamış. İyilerin üstüne basmış, hayvanların ölüm emrini o dönemin yasalarından geçirmiş. Bunu duyan kötülük hemen kafasını kaldırmış ve hemen kollarını sıvamış. Bir katliamdır almış başını gitmiş. İnsanlar masum köpekleri buldukları yerlerde parçalamaya başlamışlar. Onları yaşatmaya çalışan kenarda köşede kalmış insanlara eziyet etmişler. Bir soy kırımdır başlamış ve artık insan iflah olmaz bir çağın kilidini açmış.
Yani anlayacağınız doğal elma kalmamış gökten insanın başına düşsün de bu masal mutlu bitsin.
Bu yeni yasayla yaşatmak değil öldürmek legal hale getirilmek isteniyor. Ve sizler çocuklarınıza sokaktaki hayvanı öldürmenin hak olduğunu söyleyerek büyüteceksiniz. Bunu duyarak büyüyen, ayağı çoktan topraktan kesilmiş çocuk, kendinden başkasına yaşam hakkını tanımayacak. Bundan sonra artık bala da daldırsanız yenmez bir dünya yaratılacak. Yukarıdaki masalın içindeki birçok şeyi artık kaybettik. Ama halen ortak vicdan merhamet ve sevgi duyduğumuz, bizi biz yapan yüz yıllardır beraber yaşadığımız sokak hayvanlarını da çekip almalarına izin vermemeliyiz. Kötülüğün yasa olmasının önü açılmamalı. Yaşam haktır! Masumu öldürmek günah! Bu güne kadar görevini yapmayan insanların bu çocukları öldürmekte ki ısrarını kabul etmemeliyiz. Bu hayvanları yaşatmak için canla başla çabalayan insanların da içlerindeki sevgiyle cezalandırılması çok büyük bir hezeyan ve travma olacaktır. Kötülük kötülüğe gebedir, çoğaltılmamalı. Ben bu yazıyı yazarken yurdun her yerinden vahşice katledilmiş hayvan haberleri geliyordu. Bu gün hayvana vahşeti legal gören yarın elindeki kılıcı insana çekecektir, unutulmamalı.
Her ne kadar yurdum insanı başka başka dertlere uyandıysa da beni halen bu çocukların öldürülüyor ve öldürülecek olması derinden etkilemekte. O nedenle bu yazıyı yazmayı borç bildim onlara. Keşke daha fazlasını yapabilseydim. Onların gözlerinin içine bakan biri olarak, ne kadar masum ne kadar çocuk, ne kadar savunmasız, ne kadar çok duygularının olduğunu biliyorum ve yaşıyorum. İnanın içlerinde o kadar çok sevgi ve korku var ki, o halkayı başlarına geçirdiğinizde istisnasız ilk refleksleri altlarını ıslatmak oluyor, onlar da korkuyor. Sadece konuşamıyor, tek dertleri bir dilim ekmek ve YAŞAMAK! Bu dünya sadece senin değil insanoğlu, zaten hiç de olmadı. Anla artık!
İpliğin bile iğneye tabi olduğu bu dünyada, biz tek başımıza var olamayız! Eğer bunun için diretirsek, bir gün gelecek bu dünyada kendimizi sokak köpekleri gibi hissedeceğiz, uzak değil.
#sokakkopekleri
#katliamyasası
#sokakhayvanları
#yasamhakı,
#yasayıgericek