Bugun...


ERDEM YÜCEL

facebook-paylas
ÜSKÜDAR'DA GÜLFEM HATUN CAMİSİNİN ÖYKÜSÜ
Tarih: 11-05-2022 06:17:00 Güncelleme: 11-05-2022 06:17:00


Üs­kü­dar’daki Gül­fem Hatun Ca­mi­si­nin ba­ni­sin olan ha­tu­nun içler acısı bir öy­kü­sü var­dır. Bu ya­zım­da bir ent­ri­ka­ya kur­ban giden ve önce pa­di­şa­hın ga­za­bı­na uğ­ra­yan, sonra da piş­man olu­nan; Os­man­lı Ta­ri­hi­nin bu baht­sız ka­dı­nın öy­kü­sü­nü siz­ler­le pay­laş­mak is­ti­yo­rum.

 

Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man’ın önce ca­ri­ye­si sonra da ka­dı­nı olan Gül­fem Hatun’u (1543 - 1561) bir anlık hid­de­ti­ne yenik dü­şe­rek öl­dürt­müş­tür.

 

Gül­fem Hatun’un ha­re­me nasıl ge­ti­ril­di­ği ko­nu­sun­da kay­nak­lar­da sağ­lık­lı bir bil­gi­ye rast­la­na­ma­mış­tır. Yal­nız­ca Hür­rem Sul­tan’ın 1558’deki ölü­mün­den sonra Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man’ın son aş­kı­nın Gül­fem Hatun ol­du­ğu­nu ileri sü­ren­ler ol­muş­tur. O sı­ra­da Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man alt­mış üç ya­şı­na gel­miş, ya­şa­dı­ğı olay­lar artık onu iyi­den iyiye yor­muş, daha doğ­ru­su çö­kert­miş­ti. Hür­rem’in ya­şa­dı­ğı sü­re­de Ka­nu­ni’nin ona sadık kal­dı­ğı bi­li­ni­yor­du. Oysa ha­rem­de­ki ca­ri­ye­ler onun­la bir gece ge­çir­mek, ha­mi­le ka­la­rak Hür­rem Sul­tan’ın ye­ri­ni almak için can atı­yor­lar­dı. Hür­rem’in ölü­mün­den sonra Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man yine de ca­ri­ye­ler­le il­gi­len­miş, birer ge­ce­lik ma­ce­ra­lar­la ye­tir­miş­tir.

 

Ka­nu­ni bir gün, yine bir aşk ge­ce­si için ca­ri­ye­ler­den bi­ri­ni seç­mek is­te­miş­tir. Ca­ri­ye­le­rin ara­sın­da sarı saçlı, gri gözlü on altı yaş­la­rın­da olanı gö­zü­ne kes­tir­miş­tir. Yü­zün­de­ki do­ğuş­tan pem­be­lik­ten ötürü bu ca­ri­ye­ye Gül­fâm (Gül­fem) is­mi­ni koy­muş­lar­dı. Bu genç kızın ne­re­den ge­ti­ril­di­ği­ni ta­rih­ler yaz­ma­mış­tır. Oysa ha­yat­tay­ken Hür­rem Sul­tan, Mohaç se­fe­rin­de 1526’da Ka­nu­ni’ye yaz­dı­ğı mek­tup­la­rın bi­rin­de bu kız­dan söz et­miş­ti:
“Gül­fem ca­ri­ye­niz he­zâ­rân ni­yaz-bir­le se­lâm­lar edip mü­ba­rek baş­ma­ğı­nı­za (pabuç) yüz sürer” di­yor­du. Mek­tu­bun yan ta­ra­fın­da “Ben Gül­fem ca­ri­ye­niz” diye baş­la­yan il­ginç bir not bu­lun­mak­ta­dır. 1533 yı­lın­da ya­zıl­dı­ğı sa­nı­lan mek­tup­lar­da da Gül­fem Hatun’un se­la­mı­na yer ve­ri­yor ve is­mi­ni pa­di­şa­hın da­dı­sı Dâye Ha­tun­dan önce yaz­mış­tır. Top­ka­pı Sa­ra­yın­da­ki 1531 ta­rih­li mas­raf def­te­rin­de Gül­fem Hatun’nun is­mi­ne yer ve­ril­miş­tir. 1556 ta­rih­li def­ter­de yine Gül­fem Hatun’un ismi bu­lun­mak­ta­dır. Sa­ray­da­ki bu def­ter­ler ve Hür­rem Sul­tan’ın mek­tu­bu dik­ka­te alı­na­cak olur­sa Gül­fem Hatun’un sa­ray­da­ki Hür­rem ile Ma­hi­dev­ran Sul­tan ara­sın­da­ki kıs­kanç­lık kav­ga­la­rı ile ent­ri­ka­la­ra ka­rış­ma­dı­ğı an­la­şı­lı­yor. Özel­lik­le Hür­rem Sul­tan’ın mek­tu­bun­da­ki se­la­ma göre de Hür­rem Sul­tan ta­ra­fın­dan se­vil­di­ği sa­nıl­mak­ta­dır.

 

Gül­fem Hatun o gece hün­kâ­rın ken­di­si­ni seç­ti­ği­ni du­yun­ca hem ürk­müş, hem se­vin­miş ve hem de hay­ret et­miş­tir. Sul­tan Sü­ley­man ile bir­lik­te ge­çir­dik­le­ri ge­ce­nin er­te­si günü de ken­di­si­ne kır­mı­zı atlas bir kese içe­ri­sin­de beş yüz altın gön­de­ril­miş­tir. O za­ma­nın ge­le­nek­le­ri­ne göre bu yüklü bir bah­şiş­ti. Pa­ra­yı ne ya­pa­ca­ğı­nı bi­le­me­miş, ken­di­si­ni öz kızı gibi seven kalfa ka­dı­na da­nış­mış­tı. Yaşlı kadın, sakla de­dik­ten sonra belki ar­ka­sın­dan başka ih­san­lar da gelir. Hün­kâr seni be­ğen­miş ki, sana böy­le­si­ne büyük bir ih­san­da bu­lun­du­lar. Bun­la­rı bi­rik­tir, din­dar Müs­lü­man kız­sın ile­ri­de hay­rat ya­par­sın. Bu arada Ka­nu­ni pek be­ğen­di­ği Gül­fem’e iki nöbet ver­miş­ti. Buna göre diğer ca­ri­ye­le­re sıra ge­lin­ce­ye kadar Gül­fem’e iki defa sıra gel­me­ye baş­la­mış­tı. Bir­lik­te ol­duk­la­rı ge­ce­nin sa­ba­hı ih­san­la­rın mik­ta­rı ise git­gi­de ar­tı­yor­du. Bu yüz­den de Üs­kü­dar’da ca­mi­si­ni ve sıb­yan mek­te­bi­ni yap­tır­ma­ya baş­la­mış­tır.

 

Gül­fem Hatun ile il­gi­li yay­gın bir söy­len­ti­ye göre, ca­mi­si­ni yap­tı­rır­ken, elin­de­ki hazır pa­ra­sı tü­ken­miş, ha­rem­de­ki gece nö­be­ti­ni, Pa­di­şa­hın ya­ta­ğı­na gir­mek için bir başka ca­ri­ye­ye sat­mış­tır. Bu­nun­la da kal­ma­ya­rak ken­di­si­ne ve­ri­len mü­cev­her­le­ri de elin­den çı­kar­mış­tır. Ca­ri­ye­ler ara­sın­da Gül­fem Ha­tu­nu kıs­ka­nan, onun hep­sin­den ay­rı­ca­lık­lı ola­rak iki nö­be­ti ol­du­ğu­nu bilen Si­men­dâm’ın bir kor­ku­su da Gül­fem’in çocuk do­ğu­ra­rak ha­se­ki ol­ma­sıy­dı. Ca­mi­si­ne para bul­mak için kıv­ra­nan Gül­fem’a Si­men­dâm;
“Ben ve­ri­rim. Hem de borç değil. Sana ba­ğı­şım olsun. Ancak bir gece nö­be­ti­ni bana dev­ret.”

 

Gül­fem bu tek­li­fe önce karşı çık­mış, ça­re­siz­li­ği ar­tın­ca razı ol­muş­tu. Ancak Hün­kâr so­rar­sa ne di­ye­cek­ler­di. Si­men­dâm “Özrü vardı derim, hün­kâr ne­re­den bi­lecek” de­yin­ce razı ol­muş­tu. Oysa o gece Ka­nu­ni Gül­fem Hatun’u bek­le­mek­tey­di. Kar­şı­sın­da Gül­fem’in ye­ri­ne Si­men­dâm’ı gö­rün­ce kız­gın­lık­la sordu:
“Gül­fem ne­re­de ve sen neden gel­din?”
“Gül­fem nö­be­ti bana verdi.”
“Ra­hat­sız mı?”
“Hayır efen­dim.”
“Yaa”
“İki nö­bet­ten haz­zet­mez­di. Ben ise efen­di­mi­ze müş­tak idim. Ken­di­si akçe can­lı­sı olup nö­be­ti­ni bana sattı.”
“Ken­di­si­ne ne kadar ver­din?”
“Bin altın efen­dim. Faz­la­sı yoktu. Ama is­te­se bu gece için ca­nı­mı bile ve­rir­dim.
“Sen dahi git bu gece kim­se­yi is­te­mem.”

 

Si­men­dâm’ın bu söz­le­ri pa­di­şa­hı hid­det­len­dir­miş, kız­lar ağa­sı­nı ça­ğı­ra­rak bu işin doğ­ru­lu­ğu­nu araş­tır­ma­sı­nı ve Gül­fem Hatun’un da hap­se­dil­me­si­ni is­te­miş­tir. So­nun­da Si­men­dâm’ın söy­le­dik­le­ri­nin doğru ol­du­ğu ve bin altın kar­şı­lı­ğın­da bir ge­ce­lik aş­kı­nı sat­tı­ğı an­la­şıl­mış­tır. Hün­kâr em­ri­ni ver­miş­tir;
“Bizim fi­râ­şı­mı­zı satan veya de­ğiş­ti­ren­den hayır yok­tur. Bo­ğul­sun.”
Hün­kâ­rın em­ri­ni de­ğiş­tir­me gibi bir şey dü­şü­nü­le­mez­di. Biraz sonra iki ha­re­ma­ğa­sı Gül­fem Hatun’un hap­se­dil­di­ği yere ge­le­rek hün­kâ­rın em­ri­ni bil­dir­miş­ler­dir:
“Hak­kı­nız­da fer­mân-ı kâza var sul­ta­nım. Hemen tövbe is­tiğ­far ey­le­yin.”
Gül­fem Hatun ken­di­si­ne ya­pı­lan suç­la­ma­nın kim­den gel­di­ği­ni an­la­mış­tı ama iş işten geç­miş­ti.

 

“Yatsı na­ma­zı­mı kıl­ma­dım, vakit geç­me­den mü­sa­ade var mı?”
Onun ne kadar din­dar ol­du­ğu­nu bilen harem ağa­la­rı onun son is­te­ği­ni kır­ma­dı­lar;
“Öyle ol­ma­lı… Aman tizce dav­ra­nıp yal­nız farz ile ik­ti­fa bu­yu­run.”

 

Gül­fem Hatun ça­bu­cak ab­dest alıp yatsı na­ma­zı­nın dört rekât far­zı­nı kıl­mış­tı ama üzün­tü­lüy­dü. Üzün­tü­sü­nün se­be­bi de ca­mi­si­nin yarım ka­la­ca­ğı kor­ku­suy­du. Sonra da ağa­la­ra dön­müş;
“Her neye memur ise­niz ye­ri­ne ge­ti­rin. Ancak bir va­si­ye­tim var. Sa­adet­lü hün­kâ­rın mü­ba­rek ayak toz­la­rı­na yü­zü­mü sü­re­rim. Üs­kü­dar’da baş­la­yan ca­mi­mi yarım bı­rak­ma­yıp beni me­za­rım­da da mah­zun ko­ma­sın­lar. Buna kar­şı­lık ben dahi cümle hak­kı­mı helâl ettim.”

 

Harem ağa­la­rı ke­men­di Gül­fem Hatun’un boy­nu­na do­la­dı­lar ve biraz çır­pın­dık­tan sonra ru­hu­nu tes­lim et­miş­tir. Hün­kâ­ra du­ru­mu arz eden harem ağa­la­rı va­si­ye­ti­ni de ilet­ti­ler. Bu sı­ra­da hid­de­ti geçen Ka­nu­ni ver­di­ği acı­ma­sız­ca emir­den piş­man ol­muş­tu:
“Nasıl cami?”
“Mer­hu­me Üs­kü­dar’da bir cami ve mek­tep yap­tır­ma­ya baş­la­yıp ak­çe­si kâfi gel­me­miş…”
Ka­nu­ni, er­te­si günü Ket­hü­da Kadın’ı ça­ğı­ra­rak kal­fa­lar­dan öğ­ren­dik­le­ri­ni sor­muş­tur:
“Mer­hu­me ga­yet­le sofu ve iba­de­te müp­te­la idi. Cümle pa­di­şa­hı­mız, ih­san­la­rıy­la Üs­kü­dar’da bir ca­mi-i şerif ve mek­tep in­şa­sı­na baş­la­tıp Zü­lüf­lü Bal­ta­cı­lar ket­hü­da­sı ku­lu­nu­zu nâzır tayin ey­le­miş. Ama akçe yet­me­di­ğin­den muz­da­rip olup hay­ra­tı yarım kal­ma­sın diye borç almış.”
“Kim­den almış borç ak­çe­yi?”
“Si­men­dâm’dan pa­di­şa­hım.”

 

Ka­nu­ni, Si­men­dâm’ın ken­di­si­ne yalan söy­le­di­ği­ni an­la­mış, Gül­fem Hatun’u hak­sız yere boğ­dur­muş­tu. Daha doğ­ru­su kıs­kanç­lı­ğa ken­di­si alet edil­miş­ti. Pa­di­şah bun­la­rı ak­lın­dan ge­çi­rir­ken, Ket­hü­da kadın söz­le­ri­ne devam et­miş­tir;
“Cümle ha­se­ki­ler­den borç is­te­yip kimse ver­me­miş. Ama Si­men­dâm ver­miş.”
Pa­di­şa­hın vic­dan azabı ve kız­gın­lı­ğı aynı anda art­mış­tı. Si­me­nâ­dâm sor­gu­ya çe­kil­miş, önce inkâr etmiş, sonra da doğ­ru­yu söy­le­miş­tir. O gece boy­nu­na taş bağ­la­na­rak Kız Ku­le­si açık­la­rın­dan de­ni­ze atıl­mış­tır.

 

Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man’ın, Hür­rem Sul­tan’dan sonra âşık ol­du­ğu Gül­fem Hatun için üzün­tü­sün­den ağ­la­dı­ğı bazı kay­nak­lar­da yer al­mış­tır. Hassa mi­mar­ba­şı­sı Sinan’a em­re­de­rek cami ve sıb­yan mek­te­bi­ni ta­mam­lat­mış­tır. Ca­mi­nin ya­pı­mı için ge­re­ken pa­ra­yı kendi ke­se­sin­den ver­miş, Gül­fem Hatun için mev­lit­ler okut­muş, Ma­ca­ris­tan’da zen­gin va­kıf­lar kur­du­ra­rak ge­li­ri­ni bu ca­mi­ye vak­fet­miş­tir.

 

Gül­fem Hatun’un Ka­nu­ni Sul­tan Sü­ley­man em­riy­le boğ­du­rul­du­ğu ko­nu­sun­da her­han­gi bir belge bu­lun­ma­mak­la be­ra­ber mezar ta­şı­na şe­hi­de ya­zıl­mış ol­ma­sı bunu doğ­ru­la­mak­ta­dır. İslam hu­ku­ku­na göre çocuk do­ğu­rur­ken ölen ka­dın­lar da şehit sa­yıl­mış­tır. Bir başka söy­len­ti­ye göre de Ka­nu­ni’ye isyan eden Şeh­za­de Be­ya­zıd’ın beş ço­cu­ğu ile bir­lik­te öl­dü­rül­dü­ğü aynı yılda öl­müş­tür. Bu ba­kım­dan Gül­fem Hatun’un ölüm ne­de­ni tam net­lik ka­za­na­ma­mış­tır.

 

Hü­se­yin Ay­van­sa­ra­yi Ha­di­kat-ül Ce­va­mi isim­li ese­rin­de bu ca­mi­den şöyle söz et­miş­tir:
“Gül­fâm Hatun Camii, yap­tı­ran Sul­tan Sü­ley­man Han has­ret­le­ri­nin ha­re­mi ca­ri­ye­le­rin­den­dir. Ca­mi­ye yakın ana yola bakan tür­be­si ve bi­ti­şi­ğin­de mek­te­bi de var­dır. Mezar ta­şın­da ‘Sa­hi­bet’ül-hay­rat saide şe­hi­de Gül­fâm Hatun, sene 969 (1561) ya­zı­lı­dır.”

 

Gül­fâm Hatun’u çok seven kalfa kadın, ölü­mün­den kırk gün sonra bir gece rü­ya­sın­da onu gör­müş­tür:
“Yeşil el­bi­se­ler içe­ri­sin­dey­di. Boy­nun­da bir ip, elin­de bir Kur’an-ı Kerim, öbür elin­de bir tes­bih vardı. Yü­zün­den fış­kı­ran nûr ise göz­le­ri ka­maş­tı­rı­yor­du. Ulu ağaç­lı bir or­man­da, bir odun­cu ku­lü­be­si­nin önün­dey­di. Tes­bih tutan elini, ken­di­si­ne hay­ran hay­ran bakan genç bir ka­dın­la, genç bir er­ke­ğe uzat­mış­tı.”

 

Son­ra­ki yıl­lar­da da ora­da­ki ma­hal­le­ye Gül­fem Hatun’un ismi ve­ril­miş­tir.



Bu yazı 2238 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI