Şarkıcı Kıraç’ı severim. Sesini, bestelerini. Benim ölçütlerime göre, gerçekten kıymetli bir şarkıcı ve bestekâr kendisi. Ancak en son ekonomi profesörü Prof. Dr. Özgür Demirtaş ile polemiğe girmesini üzülerek izlediğimi belirtmeliyim. Kıraç’ın bu paylaşımının toplum için zararlı bir çıkış olduğunu düşünüyorum. Geriye gidelim ve bu ayın ortalarına doğru neler yaşandığına şöyle bir bakalım:
Kıraç bir Tweet attı ve bu paylaşımında şöyle yazdı:
“İsmi lazım değil bir ekonomi yazarı ya da finansçıyı hem de Türkiye’de, 4 milyona yakın insan niye takip eder.”
Evet, bu soruyu sordu Kıraç…
Gelgelelim, burada ona, “sevgili Kıraç, lütfen burada dur!” demek lâzım.
Kıraç, Özgür Hoca’ya atfen, “İsmi lazım değil” ifadesini kullandığına göre, belli ki bu duruma yani bir ekonomi profesörünü 4 milyon kişinin takip ediyor oluşuna şaşırmış ve hatta üzülmüş.
Doğrusu, ben de Kıraç’ın üzülmesine üzüldüm. Bir tepki gösterdi de ben mi kaçırdım? Yani Kıraç, en son uçakta bilmem neresini gösteren DJ Kerimcan’ın takipçi sayısına laf etti mi hiç? Yani tek tepkisi Özgür Hoca’ya mı? Kerimcan’ın da halihazırda 3,6 milyon takipçisi var zira. Harika bir sayı bu da! Peki ne veriyor bu millete? Ne öğretiyor? Üstelik uçakta “yanlışlıkla” paylaştığını söylediği o videodan sonra takipçi sayısı sadece 100 bin düşmüş! Kıraç, bu duruma laf etti de, ben mi duymadım? Zira ben sevdiğim sanatçıları bile takip etmem de çoğunlukla… Hani kaçırmış olabilirim o nedenle; cahilliğime verin! (Not: İsteyen istediğini takip eder bu arada. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Benim faydasız bulduğum bir şey, başkası için çekici olabilir. Sonuçta, herkes zamanın teknolojisine uygun olarak sosyal paylaşım siteleri üzerinden bir şeyler yapmanın derdinde… Karşıdakine zarar vermediği müddetçe emeğe sonsuz saygı…)
Bu millet artık sabah kuşağı dedikodusu modundan çıkmalı, sadece şarkıcı, türkücü, dizi oyuncusu takip etmemeli, (tabii ki onları da takip etmeli ama) siyaseti konuşmalı, ekonomi öğrenmeye merak salmalı, işin uzmanlarını dinlemeli. Neden’i, niçin’i sorgulamalı. Bilinçlenmeli. Milletin bilinçlenmesi demek, eğitimin de, sanatın da kalitesinin artması demek. Bu, gelecekte daha çok Kıraç’lar olabilir demek. Yani toplumun seviyesi yükseldikçe, daha kaliteli üretim yapan bestekârlar artar, daha kaliteli sesler dinlenir olur. Ressamlar daha çok talep görür, daha çok şiir okunur, daha çok kitap alınır olur…
Sosyal medya üzerinden kazandıklarını ilân ettikleri o çok parayla aldıklarını ya da yiyip içtiklerini milletin gözünün içine sokanlar değil, topluma hakikaten artı değer kazandıranlar değer görür olur. Yani sevgili Kıraç, demem o ki: senin Prof. Dr. Özgür Demirtaş’ın takip ediliyor oluşuna üzülmen değil, aksine sevinmen gerekir. Ama olaya bir de şu açıdan bakmak lâzım: ne de olsa adam “muhalif” bir profesör. Dolayısıyla, bu tepkin ile başka yerlere mesaj göndermek istiyorsan, ona da saygı duymak (!) gerek tabii.
Turist Ömer
Emekli maaşları yürek yakıyor… Yoksulluk sınırının 5 bin 878 TL, açlık sınırının 4 bin 682 TL olduğu bir ülkede, 2 bin 500 TL emekli maaşı nasıl olabilir? Ve de asgari ücret nasıl bu iki sınırın altında kalabilir? Milletin emeklisi, emekliliğinde turist olur bizim ülkeye gelir, 15 kat fazla olan parasıyla yer içer, bizimkiler ise ancak evlerinde torun bakıp Turist Ömer filmini izlerler. İşte bu bizim hikâyemiz. Öyle saf öyle temiz…
Göklerden gelen bir karar vardır
İktidar seçim barajı ile istediği gibi oynayıp duruyor. Mart ayı içinde olan bir olay da, AKP ve MHP’nin yani Cumhur İttifakı’nın Seçim ve Siyasi Partiler Yasası’nda değişiklik yapılması hususunu TBMM Başkanlığı’na sunması oldu. Teklif, ülke seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesini öngörüyor. Bu, neyin göstergesi? Apaçık endişenin ilâmı, dışa vurumu. Gelgelelim, ne demiş şair Sezai Karakoç: “Ne yapsalar boş. Göklerden gelen bir karar vardır.” Ya, işte! Biz çıkalım kerevetine!
Bence çıplak dolaşın!
Üsküdar’ın ünlü bir kafe- restoranında geçtiğimiz günlerde bir olay yaşandı. Müşteri bir çift, fazla yakınlaştıkları gerekçesiyle kafe personeli tarafından uyarıldı. Bu an, tabii ki cep telefonuna kaydedildi ve sosyal medyada gündem oldu. Olaya bazı müşteriler de müdahil oldular ve restoran personeline tepki gösterdiler… Gelgelelim, orada olmadığımız için söz konusu çiftin bu yakınlaşmayı ne kadar abarttığını ya da tam tersine hiç de abartmayarak, gayet masum bir seviyede hareket ettiğini bilemiyoruz. O nedenle ne desek abes ile iştigal olur. Kimsenin hakkına girmemek lâzım. Bu arada, ölçü de, doz da herkese göre değişir tabii. Fakat madem yeri geldi içimdekini de söyleyeyim: öyle çiftler var ki, otobüs, motobüs, sosyal mekânlar hak getire! Halka açık ortamlarda bu tür sevgi gösterilerinin de bir edep boyutu olmamalı mı? Hepimizin uymak zorunda olduğu bazı toplumsal kurallar var. Yoksa bana kalsa, ben de kimse kıyafet giymesin, herkes çıplak dolaşsın derim! Ama öyle değil bu işler.
Olaylara “özgürlük” ya da “aşk” gözlüğüyle baktığını söyleyip tepki gösteriliyor oluşuna tepki gösterilmesine de karşıyım. (Bu cümleyi çözene benden çikolata!) Yani sırf adı “aşk” diye, aşk gösterisinin bir sınırı olmamalı mı? Ya da “özgürlük” diye özgürlüğün? Ne yazık ki, hepimizin özgürlüğü başkasının özgürlüğü ile sınırlı… Ya da iyi ki öyle! Ay, neyse, derin konular bunlar… Bana kalsa… Amaaan!
En iyisi, kalın sağlıcakla! Ve tabii aşk ile ve özgürlük ile… O özgürlük her nerede başlayıp nerede bitiyorsa :)