Hazır cemreler de düşmeye başlamışken, bahar müjdesini veriyorken, doğa ve sanat üzerine sohbet edelim biraz. Hep endişe, hep sıkıntı konuşmayalım. Evren, güzel şeyler duymayı hak ediyor. Güzellikleri de konuşalım ki, yankılansın fezada, güzel dönüşleri olsun bize, değil mi? Demediklerim daha doğrusu demekten bıktıklarım kalsın içimde, ağaca aşkımı ilân edeyim evrene öyleyse. Evet, “ağaç” bu yazının konusu.
Ağaç, sadece Türk kültüründe değil, dünya kültüründe de çok kıymetlidir. Örneğin, Türk mitolojisinde kayın ağacı koruyucu, iyi ruhların dünyaya inmesini sağlayan bir araçtır. Kötü ruhlar uzak durur ondan. Şamanlar, ritüellerini kayın ağacı olan yerlerde yaparlar. İnanışa göre, bu ağacın yanında yapılan dualar Yaradan’a daha çabuk ulaşır.
Doğadaki nesnelerin canlı olduklarına inananlardanım. Taş bile canlı… Kökleriyle toprağa sarılan, soluduğumuz havayı temizleyen, yüzlerce yıl yaşayan bir ağaç ise canlı olmanın çok ötesinde.
Çevrebilimci Suzanne Simard, “Bir orman, gördüğünüzden çok daha fazlasıdır” diyor. Ağaçlar, kökleri aracılığıyla birbirleriyle yardımlaşıyorlar. Ormandaki bir ana ağaç, çevresindeki yavru ağaçları onlara kökleri aracılığıyla karbonlarını göndermek suretiyle besliyor mesela. Ağaçlar, kendi türünden olan ağaçları tanıyorlar, hatta birbirlerine savunma sinyalleri gönderiyorlar. Ölmek üzere olan bir ağaç, fazla kaynaklarını çevresindekilere aktarıyor. Bunu bilim söylüyor. Bazı insanlar dedikodu ya da boş işler yerine bilim yapıyor çok şükür de, sayelerinde öğreniyoruz biz de.
Ağaçların birbirlerine savunma sinyalleri göndermeleri ile ilgili olarak haberdar.com’dan Utku Kızıltan’ın bir yazısında aktardığı bilgi oldukça heyecanlandırdı beni. Yazının ilgili kısmını aynen alıyorum: “Avustralya kıtasının Tasmanya bölgesinde, akasyalar ve antiloplar bir arada yaşarlar. Tabi, antilopların en önemli besin kaynağı gayet lezzetli olan akasya yaprakları ve filizleridir. Antiloplar akasya dallarına saldırınca, lezzetli akasya özsuyu derhal zehir gibi acı bir sıvıya dönüşür ve antilopların kendilerine zarar vermelerini engeller. Aynı zamanda, saldırıya uğrayan akasya ağacı yapraklarından uyarıcı bir gaz salgılamaya başlar. Bu gaz, o ağacın 50 metre çevresindeki diğer akasyalar tarafından algılanır. Uyarıyı alan her ağaç hemen özsuyunu zehirli maddeye dönüştürdüğü gibi, uyarı gazını da salgılar. Böylece uyarılan bütün ağaçlar topluca savunmaya geçerek kendilerini düşmanları olan antiloplardan korur.”
Evet, bir orman gördüğümüzden çok daha fazlası gerçekten. Bir ağaç, sandığımızın çok ötesinde. Darısı “insan” olabilmenin başına.
Bu girişten sonra ağaca güzelleme niteliğindeki kısa şiirimi paylaşma zamanı… Güzellemeler, kendilerini hak eden asıl kahramanlara gelsin.
Ben en çok ağaçları sevdim bu ömürde, gerisi yalan.
Mal da, mülk de, aş da, eş de.
Bir ağaç var, ötesi yok.
Dalları göğe değil, gönlüme salınır
Yaprakları rüzgârı nağme yapmış
Yüreğimde raks eder kıpır kıpır.
Ne denizkızları Siren’ler, ne bülbül, ne de en güzel ninni
Varsa yoksa bu yeşil raksın sesi.
Öldüğüm gün,
Altına gömecekler
Baş başa kalacağım
Huzura varacağım
Ağaç benim, ben ağacın toprağına karışacak
Dalında uçuşacağım.
Huzurdur ağaç. Nasıl bir nimettir insanoğluna. Sanki yaşamın tüm neşesi, tüm gizemi saklı onda. Ağaca bakarken mahcup olurum önünde. Ne kadar da mütevazı insanoğlunun karşısında. Oysa tam tersi olmalıydı.
Ağaçların gölgesi hep üzerimizde olsun!